13 Nisan 2008 Pazar

photo by Matt Uçar

MÜCEVHERLER GİBİ

Geç de olsa ruhunu keşfetti, taşlariyla anilan mücevherler gibi...
Parmak boğumlarımı inceltiyor bu keşif ama gülümsetiyor yanık
tenimi. Hileli oyunlarını öğretiyor cazibe hüzne, ağlarını içime
atıyorlar. En akılalmaz vakitlerim oluyor topladığım ağlar, ağlarken
kabuksuz çıkan her istiridye ve evsiz, derisiz, kabuksuz,sensiz
kaldığım her koku üstüne siniyor tek kanatlı duyarsız(!)
düşlerimin. Biri aralayinca bordo ve yirtik perdelerini
gözlerimin, sancılarım dansederek çekiliyor bir bir, müzigi kalıyor
kulaklarimda ve izleri, evsiz kalmayacagim duvarlarımda...İnanılmayanı
kendi çabamla inanılmaz kıldığım için belki, ne içimde ne dışımda ne
de durduguna inandığım herhangi bir yerde kırılıyor zaman, ayak
bileklerimle tutundugum yelkovan çatlayıp kanatıyor etimi, ama tenim
yine gülümsüyor, beklenmeyen sunulmuşcasına...mektuplari özenle
katlayip ben giriyorum şişelere, denize iniyorum bir bebegin
yüreginden henüz resmedilmemiş bir elin avuçiçiyle. Çoçuk sesleri
doluyor şişeme, su alıyorum, oysa ne kuzeyden esiyor rüzgar ne de şarkı
söylüyorum. Güzel bir günün anısına asılmış bir boncuk tehdit ediyor
gecelerimi, biriktirdigim tüm bibloları, resimleri ve hatta
fırınlanmamış çömleklerimi sessizce terkedip gidiyorum. En sevdigim
gömleginden üç düğme koparmıştım, şimdi kırmızıya boyayıp yanaklarıma
dikiyorum. Bildigim tüm öpüşler, tüm sevişmeler, milyonlarca parmak
ucu, milyonlarca dokunuş kırmızı oluyor, beyazımla defterlerimi
kaplıyorum. İçlerini dolduramadığım için bütün hırçınlığım, yıttığım
sayfalaraysa renk bulamıyorum.Yaşlı bir Italyan kadının susayışı
oluyor tüm eğlencem, en uzağıma su serpiyorum, serinliyor iç
çekişlerim, yüksekliğini kestiremedigim bir deniz fenerinden en
derinime atlıyorum. İrkildiği vakit çocuklugum derinlerimde, ağır
makyajlar yapıyorum çocuk uykularıma, en bol giysilerden geçiriyorum
çocuk kollarımı ve en çocuksu kahkahama sürüyorum savaş
boyalarımı. Hamaklar kuruyorum geceden sabaha yalnızlığıma ninniler
yazıyorum...
İşte bütün bu edilgen duruşlarım köpürtüyor saçlarımı gözlerinin
kıyısında, metalik bakışlarında yansıyan italik silüetimin parmak
izini bırakıyorum göğsüne, yine 'biz'e çekiliyorum. Ne zamandı
hatırlamıyorum, günün birinde...başlıklı cümleler kuracak mı acaba
içimde kalan son bir kaç kadın, tülleri çekilmiş yürek önü
sohbetlerinde? Tabirleri didiklenip hayra yorulan rüyalarımın
damarlarına zerkediyorum tek gözümden akan tek yaşı ve rüyalarımda
resimliyorum, cümlelerini -muhtemelen- kurmayacagım geçmiş
zamanları, belki..şimdiden yaşıyorum geleceğimden arta kalanı...
Çikişmayan para üstü gibi akşamlarım; tavukkarası adımlarımı sürüyerek
ulaştığım tek göz bir odada uykuyla tamamladığım yarımyamalak ve
asalak zamanlarım, iç huzurunu sağlayamamış eski bir yastığa dayadığım
huzursuz başımı kaldırmadan görebildiğim saat kadar gerçek. Kovugunda
kendime yer bulamadığım yüzyıllık bir ağaçta doğmuş gibi göz
çukurlarım, PERİLERİN CEPLERİne sığmayan herşeyi dolduruyorum, tek
odalık yaşamımın bahçesinde, yağmur suyuyla beslediğim düşlerimi
şizofren kollarımla sarıyorum. Yine söylenmemiş yarınlar kalıyor
yanaklarımda, gömleğini desenledigim bir kaç parçayla birlikte, bu defa
silmeden kurutuyorum...
Kaldırıp attıgım ve düştükleri yerde bırakmaya yeminlendiğim anılarım hortluyorlar sanki. Şefkatimi, şuh bir kadının şefkatsiz kollarına teslim ederken yaşlı ve çirkin oluvermişim meğer, meğer herşeyimle teslim olmuşum. Yalnızca zaman kırılmazmış içimde, zaman içimi kırar acıtırmış da meğer..."En sevdiğim" gömleğinle sarıldığın "en sevdiğin" bir elbisem dahi yok artık ve bir vitrin mankeni kadar sıcak gözlerim(!) Pusulasız ve şarkısız yarınları avutuyor sesim, iç çekişlerimde. İsmi hayallerimin kulağına okunmuş bir bebeğin ölüm çığlıkları yırtıyor iç sesimin tellerini ve kopan teller taşıyor en gösterişsiz vitrinlere gözlerimi, yetmiyorum...Yorgun dualarım toplanıp ayine dönüşmüş benim için, benden habersiz, bensiz..vefalı hayır dualarıma mumlar yakıyorum. Yalnız başıma yüzmediğimden eminken denizin ortasına, hangi denizden döküldüğümü bile bilmeden sürükleniyorum yalnız bedenimle bir okyanusun yüksek ve alaycı dalgalarında, herşey anlamını ve amacını yitirmiş sularımda, okyanus beni terketmiş!
Portekizce şarkılar çalıyor biryerlerde, o yerlere gidip seviliyorum. Birileri biliyor beni, tanıyor ve seviyor başka bir dilde de olsa..Sonra bütün dillerde terkediliyorum...erteleniyorum...
Dünyanın tüm ip köprüleri düğüm oluyor rüyalarımda, sızmaktan öteye geçemiyorum. İki renksiz cam arasında sıkışıp kalmış bugünümü çiziyor dünüm, yarın kırılacakmış cam ve ben belki de yaşayacakmışım...İçimin tüm yardım çağrılarına kırık camlar atıp son nefesimi kültablasına söndürüyorum, sabundan eller gelip gömüyorlar beni ve son değilmiş aslında nefesim...Hiç de geç olmayan bir vakitte ruhumu yitirdim, mücevherleriyle var olabilen taşlar gibi...




Hiç yorum yok: