23 Temmuz 2009 Perşembe

BAK BİR DENİZ YILDIZI DANSEDİYOR :)


photos by Caner Candemir

Sualtında unutuyor insan… suyun yüzeyinde kalan her şeyi.., özellikle de çirkin olanları, susuz kalmışları, kuru ve soğuk anıları, hiç olmamış olmasını dilediği yaşanmışlıkları..sonra bir şarkı tutturuyor içinden.. henüz derinlere bile inmemişken, kendi derinlerinden bir ses bir nota geçiyor. Suyun içinden, su gibi! Düşünmüyor bile hangi şarkının daha güzel, daha söylenesi, daha çok sevilmiş ya da en çok paylaşılmış olduğunu. Yalnızca geçiyor insan, geçen ilk notayla birlikte kendinden… Balıklar mı daha şaşkın bakıyor kendisi mi bilemiyor, neye şaşırdığını da… bunun çocukluğundan kaldığını fark edip gülümsüyor.. sualtında bilmeden de gülebiliyor insan, sonra yine bilmeden, düşünmeden ağlayıveriyor. Balıklar aynı bakıyor ama insan hep, her zaman, inadına başkalaşıyor, sualtında kendi değişkenliğine tanık oluyor. Minik bir bebeğin kirlenmemiş yüreğinden az önce düşüvermiş gibi suya, suyla tanışıyor.. su deviniyor, insan duruyor..sonra dünya deviniyor, su duruyor.
Sualtında konuşuyor insan, evrenle, bilmedikleriyle.. en çok da kendiyle.. sen bir yetimsin deniz de gönüllü anne…
Susuyor insan bir daha hiç konuşmayacakmış gibi… bir daha hiç duymayacak ve hiç duyulmayacakmış gibi.. aldığı nefesten başka hesap bilmiyor , yapılmış hesaplarınsa defterini dürüyor, matematik bilmiyor, coğrafyadan geçiyor..coğrafya senden, sen kendinden!
Sen denizin içinden, deniz gözlerinden.. sen derinlerden, derin senin teninden..
Bir denizyıldızı dans ediyor, bitkiler raks ediyor, bir vals başlıyor sonra, müzik tam içinden geçiyor..Yanılmıyorsun o denizatı “sana” gülümsüyor. Küçük kırmızı bir balık çıkıyor karşına, o balık oluyorsun , Orhan Veli geliyor aklına canın rakı çekiyor, özlediğin bütün coğrafyalar bir şişeye doluyor, yazdığın mektuplarıysa artık balıklar okuyor.. Tonlarca mavisin şimdi, diğer renkler kör oluyor.. şarkı yarım kalıyor, başka tüm yarımlar tamamlanıyor.. Az önce dokunduğun kayalıksın sen artık, yaşam sana çarpıp çarpıp dönüyor, sen de yaşama.. bir daha.. saçların iyot, özlemlerin anoson kokuyor..

20 Temmuz 2009 Pazartesi


20 Temmuz2009. Doğum günüm bugün! Beni hayata getirmeye, yaşamınıza ortak etmeye karar vermenizin sonuçlandığı gün(çok akıllıca bir kararmış bence :).. teşekkürler anne ve teşekkürler baba! Var olduğunuz ve beni var ettiğiniz için sizi seviyorum.. İyi ki ailemsiniz..iyi ki ailem sizsiniz..

19 Temmuz 2009 Pazar

Resim Gibi...

Çok yakın bir arkadaşım keyifli bir sohbet sırasında dedi ki; "bütün kasabayı yıksak, sadece ağaçlara dokunmasak, bir ressam denizden, burayı nasıl görmek istiyorsa öyle çizse, sonra o çizime göre yeniden yapılsa kasaba.. binalar, bahçeler.. "resim gibi" bir yer olsa!.." çok heyecanlandı bunu söylerken, öyle içten öyle güzel söyledi ki, az sonra yıkım ekipleri işe başlayacak, ressam da boyalarını alıp denize açılacak gibi..
dedim ki; "yalnızca kasabanın değil ressamın da kaderini değiştirdin az önce.. ya hayalindekini ya da var olanı resimleyenlerden farklı olarak, hayalindekinin birebir hayata geçmiş halini görebilen ilk ressamı yarattın..düşünsene ne kadar muhteşem birşey olurdu ressam için" bunu söylerken kasabanın değişimi yitmiş,benim egolarım şişmiş, kendimi yalnızca o ressam olarak düşlemiştim sanırım. Sessizlik oldu..
"keşke yalnızca bir hayal olmasaydı benimki!" dedi. Ressam umurunda bile değildi, aklında yalnızca cümleye başladığındaki gibi, doğup büyüdüğü bu yerin nasıl "resim gibi" olabileceği vardı.. 'O', resmin 'içinde' olmak, orda kalmak istiyordu... Hayalinden uzaklaşmayan insanlara saygı duyuyorum. Hayallerimin en gerçekleştirilebilir olanlarını bile neden gerçekleştiremediğimi hatırlattı bana. "Maymun iştahındaki" açlığımı hissettirdi.. Hayal edileni çeşitlendirmekle, ondan uzaklaşmanın farkını düşündürdü.. Bulunduğum yerde mutlu olup olmadığımı, değilsem nerde olmak istediğimi, bunu gerçekten bilip bilmediğimi? Gecenin sonunda ne kasaba ne de bir ressamın kaderi değişti belki ama ben artık orda yaşamak istemediğime karar verebilmiştim, belki de ilk kez cümlesini kurabilmiştim, nerde olmak istediğime ise yola çıkınca karar verecektim...Çıktım da.. iki senedir hayalini kurduğum birşeyin projesini yazmaya başladım, son bir haftadır yalnızca bunun üstünde çalışıyorum ve müthiş keyif alıyorum. Hayalimin kağıt üstünde şekillendiğini görmek, bunun için heyecan duyarak uyanmak, nerde olarak iyi hissettiğim konusunda uzun zaman sonra fikir sahibi olmak, hayalimi çeşitlendirmek ama uzaklaşmamak.. işte bu beni keyiflendiriyor. Bütün bunları bilmeden sağlayan arkadaşımı ve sohbetiniyse çok özlüyorum..

Senden öğrenecek çok şey var...

- yoruldum baba!
- "durma" hakkını kullan..
- insanlar bu kadar hoyrat olup, nasıl yaşamlarına kolayca devam edebiliyorlar?
- bunu sen düşünmemelisin.
- ama onlarla ilişkili olan benim, kim düşünecek ?
- kimsenin pişmanlığı seni değiştirmez, "belki" onları değiştirir, tıpkı dualarımızın tanrıyı değil bizi değiştirdiği gibi!

18 Temmuz 2009 Cumartesi

Uzamış katil dişleriyle avının boynuna doğru koşan bir çita kıvraklığıyla sarıldı boynuma. Bu sarılmak değil resmen insanı tuşa getirmek be!
“Yurdagüüüül! Nerelerdesin? Telefonunu ne zaman aradıysam servis dışı mervis dışı diyor, kayboldun be kızım.” diye kişnedi tükürük içinde bıraktığı yanağımla kulak memem arasındaki bir yerden rujlu dişleriyle beni yutacakmış gibi açtığı çürük kokulu ağzını uzaklaştırırken.
Davranamadım işte, ne diyecektim ben şimdi bu somon balığı suratlı kadına? ‘Aaa sahi mi? Ben sana yeni numaramı verdiğimi sanıyordum. Ben de seni aradım telefonun kapalıydı evden de aradım cevap vermedi’ mi diyecektim? Hatta pişkinliğimin sınırlarını zorlayıp ‘iş yerinden de iki defa aradım her defasında ‘şimdi çıktı’ dediler” mi diyecektim?
‘Hıı..’ demekle yetineverdim. Ama O, somon balığından beklenmeyecek bir atiklikle sanki benim başladığım –aslında başlamadığım- cümleyi sürdürüyormuşcasına silik sönük çıkartabildiğim ‘Hıı’nın peşisıra konuşmaya devam etti;
“Hııııı tabi ya! kızıım Asuman da düştü senin peşine, Enver’i arayıp yeni numaranı sormuş O da bilmiyormuş, insan bi aramaz mı aşkolsun,biz de geçengünasumanbirsengoncaenverservetfilanhepbirliktemezunlarpartisindensonrabireriçkiiçmekiçin............”
Susmazdı bu kadın ve ben davranamayarak başladığım boş bulunmuşluk içinde ipleri eline vermiştim bir kere, bir oksijenlik ara verse de ben de üstüme yakışıp yakışmayacağını bile sorgulamayacağım bir pişkinlikle ‘Canııım ah keşke ben de aranızda olsaydım çok özledim seni ay du ben senin numaranı alıp çaldırayım seni, şimdi benim de acil bir randevum var yetişiyim..’filan deyip de numaramı bile vermeye razı olarak koşsam yanından ve O’nun beni balık bakışlarını üstüme dikerek gıcırdayan sesiyle taciz edemeyeceği bir köşe başında dursam...
Gene davranamadım işte...ne ahlaki değerini sorgulayacağım bir pişkinlik içinde saatime bakıp ‘canııım’ başlıklı replikler savurdum ne de söylediklerinden bi bok anlayabildim.Ancak boka bakar gibi baktığımdan emin olarak gene ’hıı’ diyebildim. Ne istiyordu benden? Görüşmeyi çok isteyen bir insan olsaydım aramaz mıydım bunca zaman? O’nu, Asuman’ı, Enveribirsenigoncayıvemezunlarpartisinintümahmaklarını? Aramaz mıydım? Telefonum, o telefonunun o nadide tuşlarını tuşlayacak nadide parmak uçlarım, o parmak uçlarının bi mesafe ucunda buna hükmedecek bir beynim yok mu benim? Var! Ama karşımdaki röfle kafanın bunu düşünecek kadar aklı yok ve bu akıl noksanlığı hiç de ihtiyacım olmadığı halde şu koca caddenin koca kaldırımında koca kıçımı saklambaç oynarken ebelenmiş müstakbel ebe bir çocuk gibi kımıldayamadan bu yağlanmamış sesi dinlemek zorululuğuna terk ediyor! Hadi Yurdagül madem rakibin senden akıllı değil yap o zaman numaranı, bir daha nefes almak için vereceği ilk es de ses tellerine kuşlar kondurup kuş gibi uçuver kuş yuvası saçlarının altında manasız bakan iki koca deliğe sahtekarca gülümseyerek..
“Tamam mı kız?Gelcen bak söz di mii?”
Tam sırası işte, soru sordu yani cevabı duymak için sustu ‘tamam’ diyceksin ‘aaa ne demek tabi söz ayol’ diyeceksin. ‘hadi o zaman görüşürüz öptüüm’ diyeceksin ve fakat mümkünse öpmeden telefon alışverişini de hatırlatmadan pırrr kuş gibi...
“Tamam mı dedim k......Aaaa bak ayol kim geliyor valla bugün ballı günündesin hihi hihi” diye kikirdeyerek ojeli pençelerini ‘hadi gene iyisin’ yılışıklığıyla omuzuma geçirdi ki ben bu sırada bufolo sürüsü gibi üstümüze gelmekte olan kalabalığın içinde, pençenin sahibi tarafından piyango talihlisi muamelesi görmeme vesile olarak ‘bak kim geliyor’un kim olduğunu seçmeye çalışıyordum. Yok artık bu kadarı da fazlaydı. Yavşak gülüşüyle salyaladığı ağzını ‘vaayy’ der gibi çarpıtmış, elindeki sigarayı hızla yere atıp ekose ceketinin içindeki kolunun birini omuz hizama kadar kaldırmış, nikotinli elini ise belime dolanacak bir koala gibi pozisyonlayıp yampiri adımlarını sürüyerek yaklaşmakta olan herif Enver’di. Ballı günümdeymişmişim! Ne balı ne günü ya? Karıya bak, yıllardan beri kaçım kaçım kaçtığım şu tütün çuvalıyla karşılaştık diye beni benim adıma talihli ilan etti. Ben bunu almasam da teselli ödülüne razı olsam...Ya da kutumu açsanız sayın röfle kafa arkadaşım hı? Sonra da o taze açılmış kutuya şu çarpık bacaklı, şu erkek demeye bin şahit ister şu çok değerli şans ölçer arkadaşınızı da alıp girseniz ve ben sizi çoook uzak bir coğrafyaya hizmet götüren bir kargo uçağıyla parası neyse verip göndersem? Hı? Nasıl olur? Bu yavşak şimdi ayağını sürüyerek geliyor ya bakalım daha ne şanslar gelecek başıma! Ama durun benim adım Yurdagül’se ben de size yenilmem kardeşim, ölmedim ben daha!!
“Aaaaa Enver !”diye mıyıldadım memnuniyetsiz bir sesle.
“Enver ya! Hatırladın mı kız sen benim adımı? Hayır uzun zamandır güzel yüzünüze ve sesinize nail olabilmiş şanslı bir arkadaşımızdan haberini dahi alamadık da..hani diyorum adımı bile unutmuş olabilirdin neyse buna da şükür heheh heh” Bu o çitanın aynı mıydı yoksa benim kabusumdaki kadrolu oyunculardan bir diğeri mi? Aynı salyalı öpücük aynı kulak mememle aynı yanağımın aynı arası..ama bu dil daha çatallı..bak nasıl da laf sokuyor pezevenk.
“Ay gitme bu kadar üstüne Enver’cim, kızcağazın kendine göre dertleri varmış ondan arayamamamış işte Aaa. Hem bak kavuştuk işte ne güzel di mi ama?”
Haydaaa kesin manyak bu kadın! Yahu beni hiç konuşturmadın ki nerden bildin derdim olduğunu? Mezunlar partisinde acar muhabir hevesiyle edindiğin onun eteği bunun küpesi o boşanmış bu evlenmiş kimin eli kimin cebindeymiş, cepler nerelerindeymiş haberlerini, kamera arkasından sıkılıp da patron torpiliyle ana haber bültenine çıkmış konuşamadığından bihaber spikerler gibi döndürüp döndürüp anlatırken araya sıkıştırdığım iki adet ‘hııı’dan mı vardın derdim gücüm olduğu sonucuna be kadın! Hayır şimdi öbür çatal dilli fırsatını bulmuş ya ilgi yapacak aklı sıra, şevkatli arkadaş ayaklarına yatacak, daha bir kendinden emin yılışacak, hemen duruma el koy Yurdagül yoksa başına gelecek var.
“Yok canım derdim filan yoktu nerden çıkartıyorsun Serpil durduk yere laf çıkartma şimdi dert deyip de dert toplama başımıza” dedim en soğuk olduğunu düşündüğüm sesimle. Yüzü attı ama buz pistinde düşüp de daha fazla puan kaybetmemek için aniden kalkıveren patenciler gibi toplayıp sırıtmasını yapıştırıverdi yüzüne ve omuzumda rahat edememiş olacak ki bu sefer sol bileğimi kavrayarak kişnedi “Ay Allah seni ne yapsın e mi kız hahah hahah, biz de biliyoruz heralde seni Enver’in şerrinden koruyalım dedik fena mı ettik ayol hahah”
“Anlasana Serpil’ciğim arayamadım değil aramadım diyor arkadaşımız kibarca! Bizi gördüğüne çok sevinmiş gibi bir hali de yok bana sorarsan yoksa ben mi fazla alınganlık ediyorum?” diyerek cam göbeği gözlerini cümlenin sonlarına doğru Serpil’in üstünden ‘hadi bakalım ne cevap vercen ben böyle sıkıştırırım adamı ’edasıyla kaydırarak bana dikmişti Enver. Sıkıştırsındı ne yapayımdı yani ben zaten onları gözden çıkarttığım için aramıyor değilmiydim bunca zamandır? Şimdi kibarlık yapmanın sahtekarca davranmanın ne anlamı vardı ki? Dosdoğru doğruları söyleyeydim, diyeydim ki şimdi ‘evet yani Serpil, Enver haklı yani sen de anla canım be, o manikürlü pençelerini de geri al bileğimden gideyim’ diyeydim ne güzel olurdu. Düşün bakalım Yurdagül ne kaybedeceksin? Hani zaten kayıp olsunlardı ya onlar! Yok olsunlardı.. çık olsunlardı ya hayatından!
“İşlerim yoğundu Enver!” diye bir ses duydum dişlerimin arasından. Kaldığı yerde kalmaya mahkum somon balığı gıcırdadı. “Bak kız işte ‘iş’ de bir dert değil mi doğru söylemişim hahahah hah”
“Öyle olsun güzelim o zaman yeni numaranı bahşet de işlerinin olmadığı bir gün için randevu alalım hııı?” bu çıkan son ‘hııı?’ öyle sündü öyle uzadı ki sanki kulağım yerinden çıkıp Enver’in çarpık ağzına çarpıp geri döndü. Bu ani çarpışmayla birlikte göz çukurlarımdan girip beynime doğru hızla yol alan ve çığ gibi büyüyen bir ışık topu, kulaklarımdaysa Serpil’in sesini bile özletecek basınçlı bir uğultu duydum sanki. Çok sık sağlık problemi yaşayan biri olmadığımdan belki de, tansiyonum düşüyor muydu yükseliyor muydu ayrımsıyamıyordum ama gözlerimin karardığı kesindi ve bir süreden beri şu ikisi yüzünden kıpırtadamadığım koca kıçım, koca caddenin koca kaldırımına daha yakındı galiba.
“OLMAZ!”
“Hı?”
“Hı?”
Bu bağıran ben miydim? Öyle olsam bu ‘hı?’ güftesiyle ikili kanon yapan iki salak bana bakıyor olmaz mıydı? Bana mı bakıyorlardı sahi? Hayır! Benden tarafa ama bana değil! Arkamda bir yere hem de çok yakınımda bir yere bakıyorlardı. Biraz yana hamle yaparak önce kafamı sonra vücudumun üst kısmını geriye doğru çevirdim. ‘Pardon siz kimsiniz’ diyecektim ki...
“Merhaba Canım!” dedi herifin biri, gözlerimin içine bakarak. Olsundu iç sesimi kesmiş olabilirdi ama bu bir engel değildi. Şimdi sorabilirdim kim ve neyin nesi olduğunu..ayrıca nerden canınmışımı..Bi gayret soluğumu der top edip;
“Pard...”
“Pardon” dedi tükürüklü arkadaşlarıma(!) bakarak. “Kendimi tanıtmadım, ben bu güzel hanımın kocasıyım”
“Hı?”
“Hı?”
“Hı?”
Bu çok sesli kanonumuzla ‘biz’ oluvermiştik bu iki salakla ama n’apaydım ben de onlar kadar şaşkındım.
“İsmim Mert” gözleri tekrar bana döndü “Bekletmedim ya hayatım?” Es vermeden ve ağzımı bile açmama fırsat vermeden devam etti onlara bakarak “.. ve nezaketsizlik yapmak istemem ama bu güzel hanım artık yalnızca ‘bizim’ ortak arkadaşlarımızla görüşecek, size ters veya bağnaz bir düşünce gibi gelebilir ama evlilik kurumuna bir parça saygınız varsa sanırım ‘biz’i anlarsınız” Haydaaa bu iki korist tükürük hokkasından sonra bi de ne idüğü belli olmayan bu adamla ‘biz’ oluvermiştik durup dururken. ‘Teker teker gelin ulan’ diye nara atsam.. ama dur en azından bu öpmemişti ve kulak memem bu durumu önemsemiş olacak ki tatlı tatlı kaşındı, kafamı yere doğru eğip kulak mememi kaşıyarak olup biteni anlamak için vakit kazanmaya çalışırken az önce ‘biz’ oluverdiğim Mert konuşmasını aynı sakin ama emreder ses tonuyla sürdürdü; “Hadi hayatım arkadaşlarınla vedalaş da gidelim, annemi çok beklettik” Annen? Ben bir yetiştirme yurdu bebesi olarak bir anneye sahip olmadığıma göre geriye sadece bir anne kalıyordu o da O’nun annesi. Ayaküstü bir koca bir de kayınvalide sahibi mi olmuştum yoksa biri beni çimdiklesin miydi? Neydi bu ya? Niye ben dönüp az önce listesini yaptığım soru sağanağında boğmuyordum ki bu adamı? Beni bu sorgusal cinayetten alıkoyan, sevgili arkadaşlarımın(!) yüzündeki, kameraya alsam başa sarıp sarıp seyrederken güleceğim, hayatım boyunca görüp görebileceğim en salak ifade miydi? Kesinlikle! Ne olacaksa olsundu. Bu adamın annesi pardon kayınvalidemi bekletmek olmazdı.
“Hoşçakalın arkadaşlar” dedim, mahalle arkadaşları hala sokakta oynarken annesi tarafında eve çağırılmış mahçup çocuk ifadesiyle.
“Tamam Yurdagül mühim değil” dedi Serpil. “Kendine iyi bak sıkma canını hiçbir şeye”diye devam etti
“Hı hı” diye bilmiş bilmiş onay verdi Enver, ikisinin de yüzünde hapishaneye görüş gününe gitmiş mahkum yakını ifadesi vardı. Sesleri teselli doluydu.
“Siz de kendinize iyi bakın”dedim az sonra hücresine dönecek olanın bakışlarıyla; son kez kuş yuvası altı ve engerek üstü gözlere bakıp ezik ezik gülümseyerek
“Hadi hayatım” diyerek çekiştirdi ‘biz’ olduğum Mert. Koluna girdim istemsiz bir kol kası hareketiyle. Birlikte koca caddenin koca kaldırımında benim kocaman, onun dar ve seksi kalçalarını senkronize hareketlerle sallayarak yürümeye başladık. Yaklaşık kırk dakikadır esir alındığım yerde şaşkın şaşkın arkamızdan baktıklarına emin olduğum iki tükürük bezinin bizi gözden kaybettiklerine kanaat getirdigim bir yerdeydik ki oraya kadar bu adamla, kocasıyla gece gezmesinden dönen ev hanımları gibi üstelik de hiç bir şey sormadan ve konuşmadan geldiğimi farkettim. Evet ama ne işim vardı hala onun deri ceketli deri kokan kolunda? Kötü bir rüyadan uyanmışcasına bir hışım çıktım kolundan. Artık konuşma ve sağanak soru sırası gelmişti.
“Evet Mert efendi,- tabii adın buysa- kimsin, ve her ne kadar işime yaradıysa da deminki şovun neyin nesiydi?”... “Haaa tabii bir de nerden ‘canın’ oluyor muşum? “Haa ayrıca sen kim oluyorsun da...”
“Ne diyorsun Yurdagül hadi annem bekliyor şakanın oyunun sırası değil zaten çok yoruldum bugün büroda. Yarına da bir araba dolusu iş kaldı zaten. Kafasız Metin bütün nakliyeyi bombok etti, Kazım bey sinirlenip erkenden defoldu gitti, valla yarın gece yarısına kadar zor kotarırım ben bu işi, o yüzden hiç oyun oynayacak halim yok lütfen!”
Ne anlatıyordu bu adam ki? Ne Metin’i? Ne Kazım’ı? Ne nakliyesi? Hangi gecenin hangi yarısı? Ne lütfeni ne oyunu???Ne be?
“NE BE?” işte bu sefer bağıran bendim ve karşımdaki tek muhatap göz bana bakıyordu. Göz de gözdü hani keskin bakan ama yumuşacık ela harelerle taçlandırılmış bir çift uçurum...içine düşmemek mümkün değildi. De.. kimdi bu gözlerin seksi kalçalı sahibi Mert? Niye bana hikayeler anlatıyordu?
“YURDAGÜL!” Aha işte O da bana bağırıyor. Kim oluyor ki bana bağırıyor hem adımı nerden biliyor bu herif ya?
“Oooo adımı da biliyorsun demek!, bırak masal anlatmayı da kimsin onu söyle be adam!” Soracaktım tabii...yolda apansız koluma girmiş beni oyunumun orta yerinde eve çağırmış ,götürmek isteyen yabancı adama soracaktım kim olduğunu..hakkımdı..
“Yurdagül gene mi?” Ne ‘gene mi?’ idi acaba ne diyordu yahu?? Kafamın içi kazan gibi oldu bir anda bitsindi artık oyun moyun bir yere kadardı yani!
“Ne gene mi? Ne diyorsunuz anla...”
“Hayatım tamam sakin ol, arabayı otoparka bıraktım az kaldı binicez, ilaçlarını da aldım arabada, az sabret hadi gülüm n’olursun valla az kaldı”
“Hı?...”
Gözümü açtığımda adam, yani adının Mert olduğunu söyleyen Mert, yani kocam, yani çok beklettiğimiz kayınvalidemin oğlu olan Mert, arabayı, tam göremediğim için, ışıkları birbirinin içine geçmiş bir sitenin önüne parkediyordu.
“Neresi burası?” dedim. Türk filmlerinde içkisine ilaç katılıp kötü yola sevk edilen masum kızın kameraman tarafından gözü nasıl görür ve neler sorarsa öyleydim işte. Çift görüyor, nerde olduğumuzu soruyor ve buraya nasıl ve niye getirildiğimi merak ediyordum. Sahi bir şey içmiş olabilir miydim ve bu Mert o içkime ilaç atmış olabilir miydi? Annesi kimdi? Aliye Rona mı?
“Hadi hayatım bi gayret birazdan evinde olacaksın”
“Hı?” Ne eviydi bu şimdi? O filmlerdeki o kötü evlerden biri miydi? Gitmezdim valla. Bu adam beni şuracıkda kesip gebertse de gitmezdim. Gidip de vesika mesika takıştıramazdım künyeme.
“HAYIIIIIR, ÖLDürsen gitmem...” Sesim gitgide kısılıyordu sanki, soluk boruma eşek arısı kaçmış da nerden sokacağına karar veremediğinden dolanıp duruyormuş gibiydi. “...gitmem...”
“Canım, sevgilim hayatım! Hadi işte uğraştırma beni bak yorgunum dedim di mi? Annem de çatlamıştır meraktan hadi yavrum az kaldı, arabadan çık asansöre kadar kucağımda taşıyacağım söz.”
Taşıyacaktı tabi, madem evlendin gelini kapıdan kucağında geçireceksin be adam. Offf ne düşünüyordum ben böyle ya içinde olmadığım bir evlilikte aslında kocam olmayan kocamdan romantizm mi bekliyordum?. İyice kafayı yedin kızım Yurdagül, bu herifte haddini aştı ama hadi ver şunun ağzının payını da in şu arabadan git kendi evine bir duş al unut olanları...di mi ama?..peki evim nerdeydi? Yani kocam olmayan kocam Mert’in beni getirdiği ev dışındaki ve içinde onun annesinin olmadığı evim nerdeydi? Hangi semtte? Hangi caddede? Hangi çıkmaz sokak?....?....?
“Hadi bir adım dahaaa hooop afferin benim canımaaa” derken kucaklayıverdi beni Mert, kucağında ‘ben’le yüzseksen derece geriye dönüp arabasını kumandayla kitledi ve açımızı üçyüzaltmışa tamamlayarak sitenin girişine yöneldi, bir kaç adımdan sonra durup tekrar üçyüzaltmış derecelik bir dönüş daha yapıp; “Bak bitanem gördün mü geçiyor işteee evimize giriyoruuuuz” diye şımardı çocuğuna hoppacık yapan baba edasıyla.
“Aman da uyanmış uykulardan benim tombik gelinim! “
“Hı?”
“Kızım valla korkuttun gene, ruh gibi geldin eve ayol, yarı baygındın, Mert taşımış seni arabadan yukarı kadar, ben de seversin diye çerkez tavuğu yaptıydım yiyemedin. Neyse şimdi yersin..yersin di mi kızım?”
“..?”
“Anneeee!”
Bu ne şimdi? Tamam bu kadın benim kocam olamayan kocamın annesi muhtemelen ve buna göre benim de annem olmayan annem ama bu seslenen ben miyim?
“Anneee bak babannem bana şampiyon almış” Bu velet de nerden çıktı şim...
“Amaaan ölme e mi sen şampuan diyo aklı sıra, dün markete gittiydim öyle üstü cicili bicili ördekli civcikli görünce dayanamadım aldım, lafı mı olur kızım bakma sen çocuk işte...”
Allahım şimdi yangın var diye bağırıcam yaa! Bu velet benim çocuğum mu şimdi? Yok canım niye olsun ki? Ama anne diyo piç kurusu, buz gibi ‘anne’ diyo gözümün içine bakıp bakıp!!! Kız mı bu? Yok yok saçı uzun da...değil galiba...beş vardır bunun yaşı...bilemedin dört...banane yaa ben mi doğurdum kaçsa kaç!
“Kızım? Az biraz koyayım mı çerkezden? Kaç saattir uyuyorsun, acıkmışsındır be tombişim ha?”
İyi midir nedir kadın ya! Beni de seviyor mu ne? Valla pek de güzel olur şimdi bir çerkez tavuğu hani..sahiden de, kaç saattir uyuyorum ki ben? Acıkmışım. Ama şimdi tamam ver yiyeyim desem kadın sanacak ki; ‘kocam olmayan kocam Mert’in annesi’ni annem olarak kabul ettim bir de üstüne üstlük çerkezini yiyorum...e öte taraftan karnım ispanyol çingenesi gibi;durduğu yerde durmuyor, her an şu annem olmayan annemin yada çocuğum olmayan çocuğun kafasına bonkörce safra saçabilirim.
-“Olur”
Bu kadar içten bir kadına verebileceğin cevap bu mu Yurdagül? ‘OLUR!’ Sanki Hürrem Sultan’sın da yatağına getirilmesi teklif edilen kahvaltı için onay veriyorsun. Oldu mu be kızım? Yakıştı mı ki sana? Yaşlı ton ton bi kadın karşındaki, Hürrem’in yanaşması değil! Kırma işte gönlünü.
“Olur...anne”
Neeeeeeeeee? Ne dedim ben yahu? Yetimhanede büyümüş Yurdagül, bunca senedir yurttaki bütün bitlilerin taparcasına sevdiği ve ‘Anne’ aşağı ‘anne’ yukarı siftiklendikleri yurt müdiresi Kamuran Hanım’a bile ‘anne’ dememiş Yurdagül! Bu kadına; yani,’kocan olmayan kocan Mert’in, gözleri uçurum, kalçaları seksi Mert’in’ annesine ‘anne’ mi dedim? Yok artık!
“Anneeeeee!.....Ayşecan da yesin mi?”
Bir de Ayşecan mı çıktı başımıza? Allah bilir o da öbür çocuğumdur!
“Ayşecan?” diyebildim ezik ama meraklı bir sesle, duyacaklarımdan ben de korkuyordum ama...
“Ayşecaaaaan...” diye vızıkladı tekrar, Mert’in çocuğu, bu kadının torunu, ve benim...offff çocuk işte ‘Ayşecaaaaaaan’ mış! Cevap mı şimdi bu, ne biçim eğitmişim ben bunu!.....gene saçmalamaya başladım. Niye ben eğitmiş olayım ki hayatımda ilk kez gördüğüm elin sümüklü veledini? E ama bana anne diyor...Bu kadına ‘babaanne’ diyor, babaanne dediği kadın bana ‘kızım’, o kadının oğlu da ‘karıcım’ diyor....Da ben kime ne diyeceğimi bilemiyorum, şu çerkez tavuğunu baylansam biraz kendime gelirim belki, ondan sonra da markete filan diye çıkıp....
-“Ayşecaaaaaan ay-şe-caaaan” bak bi de heceliyo velet! Anneye salak muamelesi yapıyo terbiyesiz, kesin babasına çekmiştir bu! Yok yok benim filan değil bu çocuk. Biz bi tanesini bulamayalım yetimhanelerde büyüyelim, bu sümüklü, babaanneye bonus bi de anne edinsin, sonra da daha sümüğünü çekemezken ağzını gevrete gevtere çemkirsin..Terbiyesiz!
-“Anneciğin yemeğini yesin ‘Ayşecan’a da yedirirsiniz Emir’cim, hadi sen git oyuncaklarını topla şimdi hadi güzel evladım” diyerek, adının Emir olduğunu öğrendiğimiz, ilerde feminen eğilimleri olması muhtemel veledi odasına göndermeye çalışırken bi yandan da, az sonra mide asidimin göbek deliğimden fışkırmasını önleyecek olan çok sevdiğim konusunda yanılmadığı çerkez tavuğunu acele etmeden tabağa servisliyordu. Acele etsindi, yiyeydim ve gideydim bu evden biran önce. İyi de nereye? Amaaan onu da o zaman düşünürüz, afiyet olsun Yurdagül götür kızım çerkezi..
-“Afiyet olsun kızım” dedi, iç sesime eşlik eder ve yine gülümser bi sesle yaşlı, tonton, beni sevdigi anlaşılan, oğlumun babaannesi, kocam Mert’in annesi, benim kayınvalidem olan, hayatımda hiç görmediğim, çerkezi yedikten sonra da bir daha hiç görmeyeceğim tatlı kadın. E madem bir daha görmeyeceksin, içten bir teşekkür et bakalım kadına Yurdagül, hem böylece az önceki kabalığını da telafi etmiş olursun.
-“Çok teşekkür ederim annecim, harika olmuş sahiden ellerinize sağlık” Gene vur deyince öldürdüğüm bir an daha işte! Hadi kadının gönlünü almak için anne dedin de o –cim ekine ne gerek vardı yahu, utanmasan sahiplenip, kalacaksın bu evde, neyse söyledik bi kere, hem bak nasılda parladı kadıncağızın yüzü, mutlu ettin fena mı işte?
-“Kızım biz Emir’le alışverişe gidiyoruz, sen de yemeğini yedikten sonra biraz daha kafanı dinlersin biz gelene kadar, var mı bi istediğin dışardan güzel kızım?”
Ay iyi bu kadın sahiden ya! Valla annem olsaymış ne güzel olurmuş. ‘Yok sağolun ben siz çıkar çıkmaz sıvışacağım nasıl olsa’ denmeyeceğine göre, durumu idare edecek ama kibar bir cevap vermeliydim;
-“Çok sağolun annecim, ben sizi kapıya kadar geçireyim” dedim, böylece gözümü açtığımdan beri ayrılmadığım bu salondan sokak kapısına nasıl gidilir görmüş olurum, kaçıncı kattayız acaba?
- “Sen yemeğini ye güzel kızım rahatsız olma”
- “ Olsun olsun hem hareket etmiş olurum, tutulmuş her tarafım” diyerek ayağımın ucunu kanepenin köşesinde duran ve benim olduğunu düşündüğüm terliğe doğru hedefleyerek, bir bacağımla kalkış hamlesi yaptım, dirseğimle, kanepenin arkalığından güç alarak kendimi öne ittirmeye çalıştım. Ters giden birşey var, yapamıyorum, kalkamıyorum yerimden, bacaklarım yalnızca hareket komutunu algılıyor da, vücudumu taşımayı reddediyorlar gibi...
- “İyi misin kızım? Kalkma dedim ben sana di mi ama? Hadi dinlen yavrum, biz çeker kapıyı çıkarız”
- “Ama... ama basamıyorum ben yere! Bacaklarıma birşey olmuş benim, naptınız bana???”
Allahım neydi bu ya? Tanımadığım bir adamın koluna takılıp, ne idüğü belirsiz birinin evine geliyorum, tanımadığım bir kadının verdiği yemeği yiyorum, kesin zehirliydi çerkez tavuğu, tabii ya nasıl düşünemedim, nasıl? Organ mafyası bunlaaaar! Organlarıma göz diktiler, kaçmayayım diye de beni felç edecek bişey attılar yemeğime. Sonra da muhtemelen öldürüp bi çukura atarlar bunlar beni, allahım ya başıma gelenlere bak!
- “ Güzel kızım ilaçlardan oluyo ya böyle, unuttun yine, halsiz kalıyosun yavrum be, zorlama kendini tombiş gelinim benim”
Haydaaa! Pat diye açıklama yaptı kadın, hiç zorlanmadan, hiç düşünmeden, ne profesyonel bi çetenin eline düşmüşüm yarabbi! Ne yapmalı tanrım? Düşün Yurdagül, Serpil’le Enver’in elinden kurtulmaya benzemez bu iş, düşün çabuk!!! Madem bütün bunlar bir oyun ve sen oyunun dışına çıkamıyorsun, o zaman oyuna katıl Yurdagül, o zaman ellerinden kurtulma şansın olur belki
- “ Doğru ilaçlardan olmalı, kusura bakma annecim, unuttum sanırım” dedim demesine de şimdi ne yapmalıydı, kimden nasıl yardım istemeliydi? Hangi semtteyiz acaba? Günlerden ne? Serpil ve Enver’le dün karşılaştığıma göre dün de 5 Ekim olduğuna göre bugün ayın altısı olmalı... Serpil! Cep numaramı değiştirdiğimi söylüyordu, demek ki yardım isteyebileceğim bir cep telefonum var. Çantam?
- “Çantam?, çantamı gördünüz mü anne?”
- “ Sabah Mert çıkarken arabada kaldığını söyledi kızım, ama o kadar aceleyle fırladı ki getiremedi arabadan, akşama getirir, varsa bi istediğin bana söyle güzel kızım hı?”
Arabada kalmış mış, hmmm tabi ben de inandım çocuktum ya, neyse dur bakalım daha organlar da aklım da yerinde, başka bişey düşünelim..
- “ Gazete...gazete istiyorum anne! Lütfen!”
- “ Kızım gazete yanında duruyor sabah kapıcı getiriyor ya yavrum, ha başka gazete istiyorsan alayım”
Harika...Gitseler artık bir an önce..
-“Ha yok yok tamam, istemem başka gazete, hadi siz çıkın, yapın alışverişinizi”
Aptal Yurdagül, hevesle göndermeye çalış da uyandır kadını di mi? Şimdi gitmekten vazgeçecekler göreceksin gününü! İlgilenme işte çıkıp gitsinler, uzan şu gazeteye.. 6 Ekim olduğunu gör için rahat etsin, onlar çıkınca da ev telefonunu bul, ulaşmaya çalış.....
- “ Tamam kızım hadi çıktık biz”
- “Anneeeeee! Babaannem bana meyveli yoğurt alcaaaak, ama ben yiycem sadece”
Ha iyi benim de tek derdim meyveydi yoğurttu! Banane ya kim yerse yesin, hadi be gidin artık! Çocuğa da nasıl öğretmişlerse tanımadığı kadına anne diyo ya, görende gerçekten ben doğurdum sanır
- “İyi Emircim üzme babaanneni, hadi güle güle”
- “Üz....(çat!) meeeeeem”
Allahım ne geveze çocuk bu ya, kapının arkasından bile konuşuyor, gazete... gazete..hıh.. 6 EKİM 2007.. harika! Ev telefonu nerede acaba? İyi de telefonu bulsam kimden nasıl yardım isteyeceğim ki, rastgele bir numara çevirsem işletiyorum sanır suratıma kapatırlar. Polis! Yuh be kızım Yurdagül polis dururken telefon sapıkları gibi rastgele numara çevirmek de nerden gelir ki aklına, e artık ne içirmişlerse bana, normal tabi bu kadar tutukluk. Hem polise adres vermek zorunda da değilim, anlatırım durumu tespit ederler adresi gelir kurtarırlar beni bu gözü dönmüş organ mafyasının elinden, aferin kızım şimdi ev telefonunu bul bakalım, görünürde telefona benzer bi alet yok gibi, allahım bi kımıltadabilsem bacaklarımı.. kımıltadabilsem bile niye evde telefon bıraksınlar ki o kadar aptalmı bunlar? Offffff !! Pencereye de ulaşamam bu durumda... Amaaaa gazeteyi pencereye uşatırabilirim, kalem...işte... nasıl olmuş da kalem gibi gerektiğinde yaralayıcı bir alet olabilecek bişeyi yanımdaki sehpada unutmuşlar bunlar? Yaşa be Yurdagül! Hahah.. gazetenin üzerine dikkat çekici birşeyler yazmalıyım ki gören çöp zannetmesin, allah be kurtuluyorum galiba sonunda... bu kim be? E bu gazetedeki kadın... be..ben..ben...im... ALKOLLÜ SÜRÜCÜ CAN ALDI! Aşırı alkol alarak trafiğe çıkan M.H (34) Şişli Sıracevizler caddesinde direksiyon hakimiyetini kaybedip kaldırıma çıktı. Tam bu sırada arkadaşlarına rastlayan ve sohbet etmekte olan Yurdagül Mengi (31) isimli talihsiz genç kadın kontrolsüz aracın darbesiyle havaya fırladı, bacaklarında kırıklar olan ve yere düştüğü sırada kafasını çarpan bir çocuk annesi talihsiz kadın, yaklaşık üç saat kadar komada kaldıktan sonra Şişli Etfal Hastanesi yoğun bakım servisinde can verdi. Yetimhanede büyüdüğü öğrenilen genç kadının oğlu Emir’de annesinin kaderini paylaşarak dört yaşında annesiz kaldı. Alkollü sürücü M.H tutuklanarak cezaevine gönderildi.

17 Temmuz 2009 Cuma

photo by Özlem Özel

Bir yanın hep gece şimdi… çünkü karanlık örter yaralarını, kararmalısın…En karanlık taraflarına sarılmalısın, yara kabuklarını kuytularda kaldırmalısın..