24 Ocak 2010 Pazar

Uç uç…

photo by Caner CANDEMİR
Çocukluğumun yan bahçesinde “göz hakkı” dutlar üstünde buluşurduk onlarla en çok. Yazılarını değil de yalnızca resimlerini algılayabileceğim kitaplarda gördüklerimden daha heyecan verici ancak bir o kadar da bilinmezlerdi. Hakkında bildiğimi sandığım tek şey, dilek tutup uçurduğumda o dileğimin gerçekleşeceğiydi, ne zaman karşılaşsak ben Peter Pan’dım, uğur böceği de peri…
Bu saf bilinçsizlikle kaç uğur böceğine dokunduğumda öldü sanıp ağladım hatırlamıyorum ve kaç uğur böceğinden öldürdüğümü sandığım diğerini yaşatmasını diledim… Harflerin dünyasına girebildiğim ve evdeki hayvanlar ansiklopedisiyle tanışabildiğimde anladım küçükken peri katili bir Peter Pan olmadığımı. Masaldaki peri kadar olmasa da akıllı hayvanlardı uğur böcekleri ve korktuklarında bacaklarını gövdelerine çekerek ölü taklidi yapabiliyorlardı ve elbette bunu yaparken küçük bir çocuğa ölüm travması yaşatmayı amaçlamıyor, kendilerini küçük ama onlardan milyonlarca kat büyük o çocuktan koruyorlardı… O büyük boyutlu küçük çocuğun kendilerinden istediği tek şeyin “şans” olduğunu ve karşılığında terlik pabuç teklif ettiğini bilseler gülerler miydi acaba?
Ben büyüyüp giysilerim küçük kalana ve hatalarımla yüzleşmeyi öğrenene kadar, yapılmaması gereken bir davranışta bulunduğumda uyuma numarası yapardım; tecrübelenmiş bir savunmaydı bu uyu(ma)ma halleri; heyecandan göz kapaklarımı kontrol edemediğim yetmezmiş gibi, biri “uyumuyor” dediği zaman da gülüverirdim; şirin bulunur, gülünür ve ceza hafiflerdi. Yaşamsal evrelerimiz aynı sürmese de insanın bir tarafı her hayvana biraz benziyor. Artık ne zaman karşılaşsak, ben minik terlikleriyle cezadan uykuya kaçan uğur böceği, o ise hâlen bir peri…

Hiç yorum yok: